Neden Kara Bayrak?

Neden bayrağımız kara? Kara yadsımanın gölgesidir. Kara bayrak bütün bayrakların yadsımasıdır. O, insan ırkını kendi kendisiyle karşı karşıya getiren ve insanoğlunun tekbirliğini engelleyen ulusallığın yadsımasıdır. Kara, şu veya bu devlet için, sadakat [ing. allegiance, vatan] adına insanlığa karşı işlenen tüm suçlara karşı [oluşan] kızgınlık ve hakaret halinin [rengidir]. O, hükümetlerin hilekarlıklarında, ikiyüzlülüklerinde ve entrikalarında ifade edilen insan zekasına karşı aşağılamanın karşısındaki kızgınlık ve hakaretin [rengidir]. Kara yine matemin rengidir; ulusu geçersiz hale getiren kara bayrak, onun kurbanlarının matemini tutar --daha büyük zaferler ve kanlı devletlerin istikrarı için, iç ve dış savaşlarda sayısız milyonlar katledildi. Emeği çalınarak (vergilendirilerek), insanların boğazlanmasında ve zulüm altına alınmasında kullanılanların matemini tutar. Sadece bedenin ölümünün değil, aynı zamanda otoriter ve hiyerarşik sistemler altında kötürümleştirilen ruhun matemini tutar; dünyayı aydınlatmak için asla bir şans bulamayan sansürlenmiş milyonlarca beyin hücresinin matemini tutar. Tesellisi imkansız bir kederin rengidir ...

Ama kara güzeldir de. Azmin, kararlığın ve gücün rengidir; diğer herşeyin açığa çıktığı ve tanımlandığı bir renktir. Kara filizlenmenin, doğurganlığın gizemli çevresinin; karanlıkta kendini daima değiştiren, yenileyen, hayat veren ve yeniden üreten yeni bir yaşamın yetişme zeminidir. Dünya'da saklı tohum, spermin garip yolculuğu,embriyonun rahimdeki gizemli büyümesi, tüm bunların hepsinde, karanlık çevreler ve korur ...

Yani kara yadsımadır, kızgınlıktır, matemdir, güzelliktir, umuttur; insan yaşamının yeni biçimlerinin, [ve bu biçimlerin] dünya ile beraber ve onun üstündeki ilişkilerinin beslenmesi ve korunmasıdır. Kara bayrak tüm bunları anlatır. Onu taşımaktan gurur duyuyoruz; [ama] taşımak zorunda olduğumuz için üzgünüz de ve bu gibi sembollerin bir daha gerekli olmayacağı günü şevkle bekliyoruz.

REINVENTING ANARCHY

Anarşizm Ne Değildir?

Anarşizmin ne olduğunu anlatma çabasında anarşizmin ne olmadığını incelemek yararlı olacaktır:
Komünizm: Pek çok anarşist komünalizm ve kolektivizm kavramlarına değer verse de, yakın zamanda çöken komünist totalitarizmi reddeder, ya da daha doğru bir ifade ile Marksist-Leninist komünist devleti. Marksistler ve anarşistler arasındaki 1870′lerde başlayan kopmanın nedeni Marksistlerin farklı bir isim altında otoriterizmi yaşatma çabalarıdır. Marksist-Leninist gruplar, anarşistlerin anti-otoriter ve bireylere azami özgürlük ilkelerini tamamen ihlâl eden öncü parti ve proleteryanın diktatörlüğü kavramlarına geleneksel olarak önem verirler. Geleneksel Marksizm devletin zaman içinde yok olacağını tahmin etse de, komünist rejim uygulamalarında tekrar tekrar gördüğümüz gibi devlet gücü üzerinde yoğunlaştırmakta ve onu oluşturanlar ise baskı ve kendi konforlarına düşkünlüğe saplanmaktadırlar.
Hürriyetçiler: Hürriyetçiler sık sık anarşistlerle karıştırılırlar, aslında pek çok açıdan örtüşmektedirler. Her ikisi de bireysel özgürlük ve devletin yok edilmesi konularına önem verirler. Hürriyetçilerin pek çoğu birincil önceliği bireye verir, ve bilinçli kendi çıkarını düşünme ilkesine dikkat çekerler. Pek çok anarşist ise karşılıklı yardımlaşma ve topluluğun tüm üyelerinin durumunun iyileştirilmesi üzerinde yoğunlaşırlar. Hürriyetçilik özellikle ekonomik bakış açısından ele alınabilir; müdahale edilmeyen serbest piyasa kapitalizmine azami değer veren hürriyetçiler (hatta bazı taraftarları kendilerini anarko-kapitalist olarak adlandırırlar), özel mülkiyetin korunması uğruna güç kullanılmasına olumlu bakarken, kişisel iktisadi kazancın azamileştirmesi çabasını engelleyen her türlü hükümet müdahalesine karşı çıkar ve aynı zamanda ekonomik (yani parasal) olmayan her türlü değeri de göz ardı ederler. Hürriyetçiler bir yandan anti-devletçilik taraftarlığı yaparken, diğer yandan ise bir çok diğer tahakküm ve hiyerarşi biçimine karşı çıkmazlar (hürriyetçi felsefede her zaman “en iyi olan var olur” ya da “ekonomik olan doğru olandır” gibi bir melodi duyulur); bu nedenle de toplumsal güç ilişkilerini, özellikle de ekonomik olanları, radikal bir şekilde değiştirmeyi amaçlamazlar. Anarşistler ise her zaman daha fazla toplumsal bakış açısını temsil ederler ve zenginin oransız bir şekilde fayda sağlayıp, daha az başarılı olanın aşırı zorluklarla karşılaştığı herhangi bir sistemi yıkma taraftarıdırlar. Anarşistler bireysel teşebbüs, zekâ ve yaratıcılığa önem verirken; aynı zamanda da bu bahsedilen niteliklere daha az ölçüde sahip olanlara da saygılı ve adaletli davranılması gerektiğini savunurlar. Nesnelciler* ise hürriyetçilerin aşırı bir şeklini temsil ederler. Hürriyetçi Parti seçim sisteminin reforme edilmesini, narkotik yasalarının kaldırılmasını ve hükümet düzenlemelerinin azaltılmasını gibi konuları savunan nispeten ılımlı bir oluşumdur. Hürriyetçilerin pek çoğu aslında “minanarşist”lerdir, yani asgari ve müdahaleci olmamak koşulu ile bir çeşit hükümetin var olması gerektiğini savunurlar. Anarşist bir toplumda ne tip bir ekonomik sistemin var olacağı sorusu ise cevapsız kalır. Bazı anarşistler her türlü sermaye ve piyasa ekonomisinin yıkılması gerektiğini savunurken, bazıları ise piyasa ekonomisi içinde tam katılımcı demokrasi ve işçi sahipliğini geçerli kılan bir sistemi tercih ederler; keza diğer bazı anarşistler ise çeşitli ekonomik sistemlerin birbirleri üzerine hakimiyet kurma eğilimine sahip olmadıkça bir arada var olabileceğini savunurlar.

Vatanseverlik, Özgürlüğe Karşı Bir Tehdit

Vatanseverlik nedir? Bir kişinin doğduğu topraklara, çocukluğunun anıları ve umutlarının, hayallerinin ve özlemlerinin bir arada toplandığı yere duyduğu sevgi midir? Çocuksu bir naiflikle, bulutların akışını seyrettiğimiz ve kendimizin de neden öylesine yumuşakça uçamadığımızı merak ettiğimiz yer midir? Milyarlarca parlayan yıldızı sayıp, ruhlarımızın derinliklerine işleyen “gözümüzün nuru mu”? Kuşların müziğini dinleyip, onlar gibi uzak diyarlara uçmak için kanatlarımız olmasını dilediğimiz yer mi? Ya da annemizin dizlerinde oturup, büyük zaferlerin ve efsanelerin hikâyeleriyle kendimizden geçtiğimiz yer midir? Kısacası, her santimetre karesinin güzelliği ve eşsiz mutluluk, zevk ve oyun dolu çocukluğumuzu temsil ettiği yere duyulan aşk mıdır?

Eğer vatanseverlik bu ise, bugün pek az Amerikalı’yı vatansever olarak adlandırabiliriz; çünkü, oyun mekânları artık fabrikalar, değirmenler ve madenlere dönüşmüştür. Kuşların müziğinin yerini ise, sağır edici makine sesleri almıştır. Artık büyük zaferler ya da efsanelerle ilgili hikâyeler de dinleyemeyiz çünkü annelerimizin öyküleri acı, göz yaşı ve kederi anlatmaktadır.

O halde, nedir vatanseverlik? “Vatansever, efendim, adi ve alçakların son sığınağıdır,” demişti Dr. Johnson. Zamanımızın en büyük milliyetçilik karşıtı Leo Tolstoy, vatanseverliği bütün katillerin eğitimini tatmin edecek bir prensip olarak tanımlar; hayatın gereklilikleri olan ayakkabı, kıyafet ve ev yapımından çok insan öldürmek için daha iyi ekipmanı bulunan bir iş; averaj çalışan adamınkinden daha üstün kârları ve zaferleri garantileyen bir iş.

Otorite Karşıtı Olmanın Püf Noktaları

 

Otorite karşıtı olmak kolay iş değil. Teoriyi bilmekle iş bitmiyor; bilakis yeni başlıyor. Bir insan teoriyi silip süpürebilir, fark etmeden -bizdeki eğitim sistemi yüzünden- ezberleyebilir, hatta olmadı yazabilir bile ancak önemli olan, bu teoriyi ne kadar yaşama geçirdiğimiz. İşte bu oldukça zahmetli, insanın ruhu duymadan yoldan çıkma riski olan ve yaşam boyu sürecek bir edim.

Ülkemiz muhaliflerinin bu konudaki eksiklerini fark etmiş olduğumuzdan, otorite karşıtı olmanın püf noktalarını kamuyla paylaşalım ve bizim de çorbada tuzumuz olsun istedik. Yaşam, teori gibi değil. Teori, bir nevi matematik model. Varsayımlarını, ana kavramlarını, parametrelerini ve hedefini belirliyorsun; maket gemi yapar gibi, teorini yapıyorsun. Yaşamda ise o kadar çok kavram, o kadar çok parametre ve o kadar çok olasılık var ki, teori, şişede durduğu gibi durmuyor, bir yerinden çatlayıp dağılıveriyor. İşte bu zor zamanlarınızda, otorite karşıtı yaşamakla ilgili çeşitli püf noktalarını sizinle paylaşıp yanınızda olmak istedik. Burada vereceğimiz birkaç püf noktasını tekrarlaya tekrarlaya alışkanlığa dönüştürürseniz, bir süre sonra işin özünü kavrayıp farklı alanlarda kendi özgün metotlarınızı geliştirmeniz işten bile değil.

Otorite karşıtı olmakla ilgili birincil kilit kavram, “otorite karşıtı kalmak”. Konu her ne olursa olsun, önceliğiniz otorite karşıtı kalmak olmalı. Hiçbir şeyi kabul etmeyin. Bir görüş gözünüze makul gözükse bile, karşı çıkacağınız noktaları görmeye çalışın. Neme lazım işin içinde bir iktidar odağının parmağı olabilir; tedbirli olmakta fayda var. Bu kuralı nasıl uygulayacağım, diye soracak olursanız, cevap çok kolay. Diyelim bir eylem hazırlığı çalışması içindesiniz. Hiçbir öneriyi kabul etmeyin. Öneriler içinde muhakkak sorunlu bölgeler vardır. İlk dikkat edeceğiniz nokta, eylem çağrı metninin kapsayıcılığı olsun. Hiçbir eylem çağrı metni, tüm toplumsal sorunlara ve tüm toplumsal kesimlere hitap edemez. Bu, pratik gerekçelerle oluşan bir durum; tecrübelerimize güvenin. Her metnin bir eksiği vardır. Bu eksiklere yoğunlaşın. Metnin kendisi, uğraşmak/tartışmak için çok uzun ve detaylı olabilir. Başlığıyla da yetinebilirsiniz. Hele bir de duyuru için görsel bir malzeme kullanılacaksa, işiniz iyice kolaylaşır. Görsel mesajlar, anlam üretmek için yazılı mesajlardan daha zengin imkânlara sahiptirler. Karşı çıkacak bir unsur muhakkak bulursunuz. Yarattığınız tartışmalar eylemin yapılabilir hale gelmesini zorlaştırabilir. İçinizden bir ses, eylemin gerçekleşmesi için bir orta yol bulmanız konusunda vicdanınızı dürtebilir. Kanmayın! Malum kolay değil, bize sunulanı kabul etmek zorunda bırakıldığımız otoriter bir toplum içinde yaşıyoruz. İnsan alışkanlıklarına kurban gidebiliyor. Bir eylemin yapılmasından daha önemli bir şey varsa, o da sizin “otorite karşıtı kalmanız”.